kadina yonelik siddetle mucadele
Oscar Nord

Şiddet Türleri & Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Farkındalık

25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü, dünyanın her yerinde yaşanan cinsiyet temelli şiddete dikkat çekiyor. Bu önemli gün, kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve kadın haklarının korunması açısından önem taşıyor. 2008 yılından bu yana Birleşmiş Milletler Kadın Örgütü tarafından 16 gün süren bir aktivizm kampanyası düzenleniyor. Her yıl, “Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için neler yapılabilir?” ana temasıyla bu yaygın ve yıkıcı hak ihlaliyle ilgili farkındalık yaratılmaya çalışılıyor.

Şiddetin Türleri 

Kadına yönelik şiddetle mücadele, öncelikli olarak şiddeti tanımlamayı gerektiriyor. Şiddet; bir bireyin başkasına yönelttiği, zarar verecek biçimde sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan eylemler bütününü ifade ediyor. Aslında bu tanım, şiddetin birden fazla yüzü olabileceğini gösteriyor:

Fiziksel Şiddet

Fiziksel şiddet, acıya ve yaralanmalara neden olmayı amaçlayan eylemleri içeriyor. Bu şiddet biçiminde bedensel üstünlük; başkalarını kontrol etmek, denetlemek, aşağılamak veya cezalandırmak amacıyla kullanılıyor. Dolayısıyla şiddet, fiziksel güç farkını kullanarak başkalarını sindirmeyi de amaçlayan sistematik bir istismara dönüşebiliyor. Fiziksel temasın yanı sıra bağırmak ve tehdit gibi aile içi şiddet vakaları da fiziksel şiddet olarak değerlendiriliyor.

Cinsel Şiddet

“Cinsel şiddet nedir?” sorusunun cevabı, rıza kavramı ile ilişkilendiriliyor. Kişinin rızası olmaksızın fiziksel güç kullanarak penetrasyona girmek, cinsel şiddet olarak nitelendiriliyor. Bununla beraber kişisel sınırları zorla ihlal etmek de cinsel şiddet biçimleri arasında yer alıyor. 

Psikolojik ve Duygusal Şiddet

Psikolojik şiddetin tanımı, bireyin psikolojik bütünlüğünü bozmaya yönelik kasıtlı girişimleri içeriyor. Bu şiddet türü; güç ve kontrol arzusuna dayanan, kötü niyetli eylemler birliğinden oluşuyor. Kontrol ve izolasyonun yanı sıra benlik saygısını hedef alan aşağılayıcı ve tehdit edici davranışları içeriyor. Duygusal şiddetin belirtileri; tehdit, sözlü saldırganlık ve korkutma olarak kendini gösterebiliyor.

Özelikle izolasyonun eşlik ettiği yoğun duygusal istismarlar, fiziksel şiddetin öncülü olabiliyor. Bu yüzden psikolojik şiddetten kurtulma yollarını ararken polis ve jandarma ile şiddetle mücadele eden kurumlardan yardım istemek gerekebiliyor. Yasal yollara başvurulduğu takdirde aile içi psikolojik şiddetin cezası, Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi ve Ailenin Korunması kanunu uyarınca belirleniyor.

Ekonomik Şiddet

Ekonomik şiddetin tanımı, başkasını maddi kaynaklardan mahrum bırakmaya neden olan tehdit ve kontrol amaçlı tüm yaptırımları kapsıyor. Bu kapsamda bireyin gelirinin elinden alınmasının yanı sıra çalışmasının engellenmesi de şiddet sayılıyor. Kadına yönelik ekonomik şiddet, aslında cinsiyet-güç ilişkisinin hem nedeni hem sonucu olarak ortaya çıkıyor. Kadınlar, aynı zamanda istihdam ve gelir konusunda da negatif ayrımcılığa uğruyor.

Dezavantajlı Gruplar Neden Daha Sık Şiddet Görüyor?

Christopher Farrugia

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), şiddetin tanımını yaparken gücün kasıtlı kullanımının önemine dikkat çekiyor. Bu kasıt; sosyoekonomik sınıf, ırk veya cinsiyet eşitsizliğinin olduğu toplumlarda şiddetin yaygınlaşmasına yol açıyor. Yani toplumsal eşitsizlik arttıkça dezavantajlı gruplar, daha fazla şiddete maruz kalıyor. Bu konuyu istatistiklerle daha detaylı şekilde görebiliriz:

Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan tahminler, kadınların %30’unun şiddete maruz kaldığını gösteriyor. Bu şiddet vakalarının çoğunu aile içi şiddet (eş veya partner şiddeti) oluşturuyor. 15-49 yaş arasındaki kadınların neredeyse 1/3’ü, fiziksel veya cinsel şiddet gördüğünü ifade ediyor. 2014 yılında Avrupa Birliği genelinde yapılan bir çalışma ise kadınların %22’sinin aile içi cinsel veya fiziksel şiddete maruz kaldığını gösteriyor.

Aile İçi Şiddete Karşı Ulusal Koalisyon (NCADV), Amerikan nüfusunun %12’sini oluşturan engelli bireylerin en az %26’sının şiddete uğradığını ifade ediyor. Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği’nin (TOHAD) Türkiye’ye yönelik yaptığı araştırma ise engellilere uygulanan şiddet eylemlerinin %31,20’sinin sistematik olduğunu gösteriyor.

FBI tarafından hazırlanan nefret suçu istatistiklerine göre Amerika’da 2020 yılında 11.126 kişi şiddete maruz kaldı. Söz konusu mağdurların büyük çoğunluğu, etnik kökenleri ve ırkları yüzünden şiddete uğradı. Ayrıca 2019 yılına kıyasla siyahi karşıtlığının %49, Asya kökenli göçmenlere yönelik şiddet olaylarının %77 arttığı gözleniyor.

Bağımsız araştırma kuruluşu Galop tarafından 2021 yılında İngiltere’de yapılan araştırmaya göreyse LGBTQI+ bireylerin %64’ü şiddet veya istismara uğruyor. Bu şiddet olaylarının %92’si sözlü taciz, %29’u fiziksel şiddet ve %17’si cinsel şiddetten oluşturuyor.

Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadelenin Tarihçesi

İnsan hakları açısından güçlü toplumlar yaratabilmek, global bir farkındalık gerektiriyor. Bu yüzden kadına şiddetle mücadele, devletler üstü bir anlayışla ve eylemlerle desteklenecek biçimde sürdürülüyor.

  • 1979 yılında Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (CEDAW); kadına yönelik şiddeti, cinsiyet sebebiyle karşılaşılan bir olgu olarak tanımladı. Bu sözleşmede kadına yönelik şiddet ilk kez “ayrımcılık” olarak nitelendirildi.
  • 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirgesi (DEVAW) kabul edildi. Bu bildirge, kadına yönelik şiddeti yeniden tanımlayarak bu şiddet karşısında devletlerin iç hukuklarında değişiklik yapmaları için itici güç oldu.
  • 1995 yılında 4. Dünya Konferansı’nda kabul edilen Pekin Deklarasyonu, zorla evlendirme ve namus suçlarını kadına şiddet kapsamına aldı. Böylece bu suçlar, ilk kez uluslararası bir metinde yer aldı. 
  • 1999 yılına gelindiğinde 25 Kasım tarihi, Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Günü olarak da adlandırılan 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ilan edildi. Birleşmiş Milletler tarafından belirlenen bu tarih, Dünya İnsan Hakları Günü ile sonuçlanan aktivizm ve anma hareketlerinin başlangıcını da oluşturdu.
  • 2011 yılında Avrupa Konseyi tarafından İstanbul Sözleşmesi imzaya açıldı. Kadına karşı şiddetin önlenmesi, İstanbul Sözleşmesi aracılığıyla uluslararası bir yasal araç hâline geldi. Bu sözleşme ayrıca, aile içi şiddeti ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti net çizgilerle tanımladı.

Kadına Şiddetin Yer Almadığı Bir Dünya için Neler Yapılabilir?

Şiddet, sessizlikten beslenen bir olguya dönüşerek normalleştiğinde kronikleşebiliyor. Kadına yönelik şiddetin son bulabilmesi için öncelikle şiddete uğrayan kadınları duymak, görmek ve o kadınlar hikâyelerini paylaştıklarında onların yanlarında olmak gerekiyor. Bu nedenle Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü, kadınları seslerini yükseltmek için cesaretlendiriyor. Zira değişim, kurbanı suçlamadan ona ihtiyaç duyduğu güvenli alanı sağlayan toplumlarla başlıyor.

Toplumların kadınlığı ve erkekliği tanımlama biçimlerini değiştirmesi, kadına yönelik şiddetin meşrulaşmasını engelleyebiliyor. 

Dolayısıyla egemenliği erk ile bağdaştıran toplumlarda cinsel şiddet normalleşebiliyor ve tecavüz kültürü oluşabiliyor. Bu noktada cinsiyet rolleri hakkında çocuklarla erkenden konuşmaya başlamak, insan haklarına daha saygılı nesiller yetiştirmek açısından önem taşıyor. Benzer şekilde gençleri hem evde hem okulda bedensel özerklik, cinsel roller ve rıza hakkında bilgilendirmek gerekiyor. Ayrıca kadınların güvenliğini devlet politikalarıyla desteklemek, cinsiyet eşitliği yaratmak ve şiddete son vermek açısından oldukça önem taşıyor.

İstanbul Sözleşmesi’nin Önemi

Sözleşmenin önemine geçmeden önce “İstanbul Sözleşmesi nedir?” sorusuna kısaca yanıt vermek gerekiyor. 2011 yılında İstanbul’da imzaya açılan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Sözleşmesi” kısaca İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılıyor. İstanbul Sözleşmesi, temel olarak kadınlarla kız çocuklarını cinsiyete dayalı şiddetten korumayı amaçlıyor. 

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti önlemenin yanı sıra şiddeti kovuşturmayı ve sona erdirmeyi de gerektiriyor. Dolayısıyla sözleşme, taraf devletlerin söz konusu şiddet eylemlerine karşı cezai veya hukuki yaptırımlarını zorunlu kılıyor. Bu nedenle kadın hakları savunucuları, “İstanbul Sözleşmesi yaşatır.” diyor.

Türkiye, sözleşmeyi ilk imzalayan ülke olarak Kadına Karşı Şiddet Kanunu ile yükümlülükleri kabul etti. Bununla beraber 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini duyurdu. Bu nedenle kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri konusunda caydırıcı olabilen sözleşme maddeleri Türkiye’de hükümsüz kılındı.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu; hazırladığı raporla sözleşmenin uygulandığı 2020 yılında 300 kadının öldürüldüğünü, 171 kadının şüpheli biçimde ölü bulunduğunu açıkladı. Sözleşme maddelerinin uygulanmadığı 2022 yılında ise ekim ayı dâhil verilerle öldüren kadın sayısının 310’a, şüpheli biçimde ölü bulunan kadınların sayısının 217’ye yükseldiği paylaşıldı. Öte yandan 170 ülkenin yer aldığı 2021 Küresel Kadın, Barış ve Güvenlik Endeksi’nde (WPS) Türkiye’nin 106., Küresel Cinsiyet Eşitsizliği 2022 raporunda 146 ülke içinden 124. sırada yer alması da önemli bir detay.

Kadının topluma tam olarak katılmasını engelleyen şiddet; doğası, büyüklüğü ve sonuçlarının yıkıcılığıyla giderek küresel bir soruna dönüşüyor.

Şiddetin her biçimine “Dur!” diyerek bu hak ihlaline son vermek ise daha sağlıklı toplum dinamikleri oluşturmak açısından önem taşıyor. 

Dolayısıyla kadınların ve kız çocuklarının yaşam haklarını korumak amacıyla devletlerin yasaları etkin biçimde uygulaması gerekiyor. Böylece hukukun üstünlüğü ve devlet güvencesiyle güçlenen kadınlar, daha aydınlık bir geleceğe doğru adım atabiliyor.

Daha Fazla İçerik
Yama’ların Üçüncüsü Asteya: Çalmama Yasası