Feminizm Nedir?
‘Feminizm, kadınların haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik muhtelif ideolojiler, toplumsal hareketler ve kitle örgütlerinden oluşan hareket.’ (kaynak: tr.wikipedia.org/wiki/Feminizm)
Feminizm; “cinsiyetlerin ekonomik, politik, sosyal, kişisel eşitliğini tanımlayan; bunları tesis etmeyi amaçlayan ideolojiler ve sosyopolitik hareketler bütünü” olarak tanımlanabilir. Birçok toplumda baskın olan erkek bakış açısını ve katı cinsiyet kalıplarını değiştirmek için mücadele eden feminizm; kadınların eğitim, iş ve kişisel hayatlarında daha iyi fırsatlara sahip olmaları için çaba gösterir.
‘Kadın hareketi doğrudan kadınları ilgilendiren ve dolaylı olarak kültürümüzü ilgilendiren konularda bilinç uyandırır. Feminizmin temel objektifleri eğitim, iş, çocuk bakımı gibi konularda eşit haklara sahip olmaktan, yasal kürtaj hakkından, kadın sağlığı konusunda ilerlemelere, tacizin ve tecavüzün engellenmesinden lezbiyen haklarına kadar uzanır.’ (kaynak: tr.wikipedia.org/wiki/Feminizm)
Feminizm, toplumu oluşturan her bireyin taşıdığı kimlikten bağımsız şekilde eşit haklara sahip olmasını amaçlar ve her bir insanın saygıya değer, anlamlı ve özgür bir hayat yaşayabilmesi için mücadele eder. Bu nedenle feministlerin, yani feminizmi benimseyen kişilerin, sanılanın aksine kadınlara karşı pozitif ayrımcılık yapılması için çaba gösterdiklerini söylemek doğru olmaz.
Feminist hareketler söz konusu olduğunda kadına şiddet ve çocuk yaşta zorla evlendirilen kızlar için verilen mücadeleleri örnek göstermek mümkün ancak feminizm bunlardan ibaret değil. Mansplaining’in yani erkeklerin kadınları küçümseyici bir bakış açısıyla sözde bilgilendirmesinin karşısında durmak ve ücret eşitsizliklerinin giderilmesi için çalışmak da feminist hareketler arasında yer alır. Kadınların diledikleri gibi giyinme özgürlüğünü savunmak ve ırkları yüzünden zorbalık yaşayan kadınların yanında durmak da feminist davranışlardır. Çünkü feminizm; en temel hâliyle birleştirici, kapsayıcı, adalet odaklı düşünceler ve eylemler bütünüdür.
Feminizm Tarihi Nedir?

Feminizmin kökeni, Latince “femina” kelimesinden gelir. Bu kelime ilk kez, insan hakları üzerine yazılar yazan Marie Le Jars de Gournay tarafından ortaya atıldı ve 1873 yılında kavram olarak Charles Fourier tarafından kullanıldı. Sosyal filozof Fourier, toplumda sosyal gelişmenin kadınlara daha fazla özgürlük vermekle mümkün olduğunu savundu.
Feminizm ideolojisi, 18. yüzyıldan itibaren hız kazansa da önceki dönemlerde de bazı feminist hareketler vardı. Örneğin Platon, “Devlet” adlı eserinde devleti yönetmek ve savunmak için kadınlarla erkeklerin eşit kapasitelere sahip olduğunu savunuyordu. Ayrıca Christine de Pisan, 15. yüzyılda cinsiyet eşitliğini savunmak için kitaplar yazmıştı. 18. yüzyıldaki Kadın Hakları Bildirgesi ve Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi gibi çalışmalarınsa feminist düşünce akımında önemli bir rolü vardı.
Feminizmin İlk Dalgası: Oy ve Mülkiyet

Feminizmin 18. yüzyıldan itibaren dalga dalga yayılmaya başlayan bir eşitlik hareketi olduğunu söylemek mümkün. 1791 Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirisi, yayımlanan ilk kadın hakları bildirisi olarak tarihe geçti ancak feminizmin ilk dalgası, 1848 yılında kölelik karşıtı hareketten ilham alınarak düzenlenen kadın hakları toplantısıyla başladı.
Kadın hakları aktivistleri, 9 Temmuz 1948 tarihinde “Declaration of Sentiments” isimli bir beyanname hazırladılar ve bu beyannamede kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olması gerektiğine değindiler. Beyannamenin oluşturulmasından birkaç hafta sonra Seneca Falls Kongresi düzenlendi. Kongredeki tartışma konuları; temel olarak kadınların mevcut durumdaki ve gelecekteki dinî, medeni ve sosyal rollerini içeriyordu. İlk gün sadece kadınların, ikinci gün hem kadınların hem erkeklerin katıldığı kongrede alınan kararlar arasında “Kadınlarla erkekler eşittir.” ve “Toplum içinde kadın ve erkeğin aynı düzeyde davranışlar sergilemesi gerekir.” gibi maddeler vardı.
Seneca Falls Kongresi, kadınların oy hakkı mücadelesinin de tetikleyicisi oldu. Kadınların toplumsal hareketlere entegre olması ve kendilerine yöneticilik pozisyonlarında yer bulması, daha fazla kadını oy ve mülkiyet hakkı kazanmak için çabalamaya teşvik etti. Uzun yıllar süren yürüyüşler, dilekçeler, toplantılar, grevler ve tutuklamalar gibi birçok olayın ardından 4 Haziran 1919’da Amerika’daki kadınlar; oy kullanma hakkını elde etti.
1934 yılında ise Türk kadını, Atatürk’ün önderliğiyle gelen Cumhuriyet devrimleriyle birlikte sosyal, kültürel ve hukuki haklar alanında büyük ölçüde erkeklerle eşit olanaklara sahip oldu. Kadınların her alanda olduğu gibi siyasette de görünürlük kazanabilmeleri için uzun süren, büyük bir mücadele vermeleri gerekti. Tüm bu mücadelenin sonucunda 3 Nisan 1930 tarihinde belediye seçimlerine katılma hakkı elde eden Türk kadını, 5 Aralık 1934’te milletvekili seçme ve seçilme hakkı kazandı. Bu sebeple her yıl 5 Aralık tarihi, Türkiye’de Kadın Hakları Günü olarak kutlanıyor.
Feminizmin İkinci Dalgası: Özel Alan

‘Kişisel (özel) olan politiktir.’
İkinci dalga feminizmin en önemli vurgularından biri, kişisel (özel) olanın kadın mücadelesinde politik hale getirilmesidir.
1960’lı yılların başından 1970’li yılların sonuna kadar olan dönem, feminizmin ikinci dalgası olarak değerlendiriliyor. Betty Friedan’ın The Feminine Mystique eseri, eşitlik ve ayrımcılık odaklı bu dalganın tetikleyicisiydi. Yazar, kitabında II. Dünya Savaşı’nda üretimde yer almaya teşvik edilen kadınların savaş sonrasında tekrar eş ve anne rolüyle sınırlı kalmasını eleştirmişti.
İkinci dalga feminizm; temel olarak tecavüz, iş yeri tacizi, üreme hakları ve aile içi şiddet gibi özel hakları odağına aldı. Feministler; bu dönemde kadın bedeninin bağımsızlığını, doğum kontrol hapı kullanma ve kürtaj hakkını savundular. Kadınların yaşadığı politik ve kültürel eşitsizliğin birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünen feministler, kadın ve erkeklere eşit haklar için mücadeleye devam ettiler. Kadınlar, bu dönemde üretme hakları üzerinde daha fazla kontrol kazandılar. Bu sayede iş hayatında daha aktif rol alabildiler. Ayrıca toplumda aile içi şiddetle ilgili farkındalık oluştu.
Ancak bu feminizm dalgası da ilk dalgada olduğu gibi çoğunlukla orta sınıf, eğitimli ve beyaz kadınların sorunlarına odaklanıyordu. Siyahi kadınların zorla kısırlaştırılması gibi bazı temel hak ihlalleri ve ana akım feminist hareketlerin bunlar üzerinde çalışmaması, ilerleyen yıllarda “kesişimsellik” kavramının tartışılmasına yol açtı.
Feminizmin Üçüncü Dalgası: Bireysellik

Üçüncü dalga feminizm, 1990’lı yılların başından 2010’lu yıllar arasındaki feminist hareketleri kapsıyor. Daha önce bahsettiğimiz kesişimsellik, bu dönemde üçüncü dalga feminizmin odaklandığı konular arasında yer aldı. Peki, bu kavram neyi ifade eder?
Kesişimsellik kavramı, ilk olarak 1989 yılında Kimberlé Crenshaw tarafından ortaya atıldı. Crenshaw; ırk, cinsiyet, sınıf, cinsel yönelim, din ve engellilik gibi baskı sebebi olan kimlikleri ayrı ayrı değil; aralarındaki etkileşimlerle bir arada ele almak gerektiğini savunuyordu. Çünkü bu farklı kimlikler, farklı kombinasyonlarla bir araya geldiğinde oldukça karmaşık toplumsal ayrımcılık mekanizmalarına yol açıyordu.
Feminizmin ilk iki dalgasında beyaz, orta sınıf kadınların özgürlüklerine odaklanılması ve diğer kimliklere sahip kadınlar için yeterince mücadele edilmemesi, bu kavramın doğuşunda etkili oldu. Kesişimsellik kavramının konuşulmaya başlanması ve yaygın hâle gelmesi üçüncü dalga feminizmde sosyal adaletin herkes için aranmasının yolunu açtı.
Üçüncü dalga feminizmin asıl odak noktası ise bireysellikti. Feministler, tek tip kadın algısına karşı çıktılar ve kadın sorunlarının yalnızca beyaz kadın sorunlarından ibaret olmadığını belirttiler. Bu dönemde kadınların kendi kadınlıklarını keşfetmesi, kendilerini istedikleri şekilde ifade etmesi, kadınların bireysel farklılıklarının kutlanması ve farklılıklara saygı duyulması ön plana çıktı.
Günümüzde Feminizm ve Kadın Hareketi

Feministler, geçmişten bugüne eşitlik için büyük mücadeleler vermiş ve bu sayede birçok gelişme kaydetmiş olsalar da günümüzde bile ayrımcılığın tamamen ortadan kalktığını söylemek mümkün değil. Kadınlara yönelik şiddet vakaları ve aynı işi yapan kadınların erkeklerden daha düşük ücret alması gibi sorunlar birçok yerde devam ediyor. Bazı ülkelerde hâlâ evlilik içi tecavüzü ve reşit olmayan genç kızların evlendirilmesini önleyecek yasaların bulunmaması gibi birçok neden de kadın hareketlerini günümüzde de gerekli kılıyor.
2010’lu yıllarda üçüncü dalganın sona ermesiyle feminist hareketlerde bazı farklılıklar gözlenmeye başladı. Örneğin, günümüzde dijitalleşmenin yükselişiyle çevrim içi kampanyalar düzenlenebiliyor ve eylemler küreselleşebiliyor. Bu da daha çok kişiye ulaşmak anlamına geliyor.

Üçüncü dalgada olduğu gibi kapsayıcılık ve kesişimselliğin büyük öneme sahip olduğu günümüz feminizm hareketi, geçmişten aldığı güçle tüm dezavantajlı gruplar için mücadeleye devam ediyor.
Ayrıca yakın zamana kadar birçok kişi aslında kadın haklarını ve eşitliğini desteklese de toplumdaki çeşitli ön yargılar nedeniyle kendisini feminist olarak adlandırmaktan çekinirken, günümüzde cinsiyetten bağımsız olarak gittikçe artan sayıda kişi kendisini gururla feminist olarak tanımlıyor.
Feminizm Algısı ve Eleştiriler

Günümüzde pek çok farklı sebeple feminizme dair eleştiriler yapılıyor.
Örneğin birçok kişi; kadınla erkekler arasında ‘fıtrarları gereği’ eşitliğin mümkün olmadığını, dolayısıyla feminizmin gereksiz olduğunu düşünüyor. Halbuki feminizm fıtrat kavramının ötesinde, herkesin aynı haklar ile eşit fırsatlara erişebilmesiyle ilgileniyor.
Bazı toplumlarda baskın olan feminizm algıları arasında feminizmin kadınların üstünlüğünü tesis etmeye çalıştığı ve erkeklerin haklarını önemsemediği var. Aslında feminizm, kadınlarla erkeklerin eşitliği için mücadele ederken geleneksel cinsiyet rollerinin erkeklere yüklediği ağır sorumlukları da hafifletiyor. Örneğin, “Erkekler güçlü olmalı ve evini kendi başına geçindirmeli.” fikri, geleneksel düşüncenin erkeklere biçtiği rollerden biri. Feminizm ise böyle bir dayatmaya gitmediğinden erkeklerin de özgürlüğüne katkıda bulunuyor.
Feminizme dair sık sık dile getirilen eleştirilerden biri de artık cinsiyetçiliğin ve ayrımcılığın sona erdiği, bu yüzden feminizmin gereksiz olduğu fikri. Oysa cinsiyet eşitliğine giden yolda birçok gelişme katedilmiş olsa da cinsiyetçiliğin tamamen bittiğini söylemek mümkün değil. Çünkü hâlâ pek alanda cinsiyete dayalı fırsat eşitsizlikleri yaşanmaya devam ediyor. Bu da feminizmi gerekli kılıyor.

Daha önce de söylediğimiz gibi feminizm; herhangi bir bireye ya da cinsiyete, topluluğa veya oluşuma karşı düşmanca hareket eden bir ideoloji değil. Feminizmin amacı; kadınların hak ettikleri özgürlüğü ve fırsatları elde edebilmesini ve bireysel tercihlerine saygı duyulmasını sağlamaktır.
Feminist olalım veya olmayalım, kadın haklarının aslında insan hakkı olduğu farkındalığını geliştirmemiz çok önemli. Birçoğumuz farkında olmadan insanların eşitliğine karşı ön yargılar taşıyor olabiliriz. Bu ön yargılar, kadınlara ve erkeklere aynı mesafede yaklaşmamızı etkileyebilir.
Siz de kendinize şu soruyu sorarak inançlarınıza karşı farkındalık geliştirebilirsiniz:
“Ben her koşulda insanların eşitliğine inanıyor muyum?”
Cevabınız evet ise, siz de kendinize gururla feminist diyebilirsiniz.
Aramıza hoş geldiniz.
Kadının gücünü kutlayan şarkılarla içinizdeki gücü dans ederek onurlandırmak isterseniz Spotify’da oluşturduğumuz çalma listesini dinleyebilirsiniz.
Feminizmle ilgili daha fazla bilgi edinmek isterseniz ‘Farkındalığınızı Artıracak Okunması Gereken Temel Feminist Kitap Önerileri‘ içeriğimizi okuyabilir ve kadın hareketi ile ilgili farkındalığınızı genişletmek isterseniz de ‘Bakış Açımızı Genişletecek Feminist Film Önerileri‘ içeriğimizi inceleyebilirsiniz.